Stefan Zweig, 28 Kasım 1881’de, Viyana’da varlıklı bir ailenin ikinci oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Annesi İtalyan Yahudisi Ida Brettauer, babası ise bir tekstil sanayicisi olan Moritz Zweig’dır.
Kaleme aldığı eserlerle büyük bir edebi çevreyi kendisine hayran bırakan Stefan, zor ve karmaşık savaş yıllarında dahi yazmayı elden bırakmamıştır. Savaşa ve Hitler’e karşı olan fikirleri sebebiyle kitapları törenlerle yakılmış, ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır. Bu süreçte yaşadıklarının, onu psikolojik olarak oldukça yıprattığı ifade edilmektedir. Yaşadığı bunalımlara ve savaş yıllarının psikolojik etkilerine dayanamayan Zweig 22 Şubat 1942 yılında karısıyla birlikte yaşamına son vermiştir.
Stefan Zweig’in hayatı boyunca yazdığı tüm eserlerden seçtiğimiz birbirinden anlamlı sözleri sizler için aşağıda sıraladık.
Stefan Zweig Sözleri
Kitaplığım benim krallığımdır.
Herkes en azından bir parça delirir.
İnsan ölümün gölgesinde yalan söylemez.
Dünyayı değiştiremiyorsan, dünyanı değiştirirsin. Hepsi bu.
Savaşacağım tek şey, içimdeki diğer bendi…
Bir tabutun üstündeki çiçeklerin, ne anlamı olabilir ki?
Dar karenin içinde özel ustalar yaratır satranç.
Verdiğim söz benim için en önemli yasadır.
Uçuruma dans ederek düşmek istiyordu.
Başkalarını çok fazla düşünen bir kimse, kendisini unutur.
Cehalet, bütün alanlarda ortak olmak üzere evrenseldi.
İnsanlığın ötesinde bir vatanım yok benim…
Bu suskunluk, bütünüyle içten gelen tiz bir çığlıktı.
Herkese yürümüşsün caddeler boyu, bana gelince yorulmuşsun.
Güvenin şartı samimiyettir, kayıtsız şartsız samimiyet.
Sana, beni asla tanımamış olan sana…
Bütün yalnızlar gibi özgür ve bütün özgürler gibi yalnızız…
İçte tutulan gözyaşları akıtılanlardan daha acıtıcıdır.
Evet, insan susarak da yalan söyleyebilir.
Kaybetmek için bazen sevmek yeterliydi.
Kılıç güç demektir, güç de adaletin düşmanıdır.
Belli bir hedefi olmayan her hayat bir hatadır.
Yaşlanmak, artık geçmişten korkmamaktan başka nedir ki.
İnsanlar arasına karışmamı engelleyen kişisel nedenlerim var.
İnsanları yargılamaktan değil, anlamaya çalışmaktan zevk alıyorum.
Dokuz yıl oldu ve sesinin tek bir tonu değişmemiş.
Ölümüm sana acı verseydi, ölemezdim.
İçerdeki gözyaşları dışarı akandan daha fenadır.
İnsanlar, insanlar, bana ne insanlardan?
Suçluydum çünkü çevremdeki insanlardan daha akıllıydım.
Şimdi her şeyin sonuna yaklaştığı sırada ilk kez bir başlangıç hissediyordu.
Ve insanların arasında yalnız olmaktan daha korkunç bir şey yoktur.
Hayat, mucizeleri sevse de; gerçek, mucizeler konusunda cimri davranır.
Gülen, sohbet eden binlerce insanın içinde ben kendi içimdeki o kayıp insanı arıyordum.
Belki de insan en büyük utancı kendisine en yakın hissettiklerine karşı duyar
Tıpkı aşkta olduğu gibi satranç için de bir partnere gereksinim duyulur.
Doktor yaşlı adamın kalbini kontrol ettiğinde kalbi artık. Onu incitmeyi çoktan bırakmıştı.
Beklenmedik şeyler yaşamış bir insan için “imkânsız” sözcüğünün anlamı kalmamıştır.
İtaat ettiğiniz müddetçe, sizler sadece bir kölesiniz ve bunu da hak ediyorsunuz demektir.
Kimse kırlarda dolaşmıyordu. İnsanlar sanki konsolun üstüne bırakılan birer biblodan farksızdı.
Çünkü yeryüzünde hiçbir şey kuytulardaki bir çocuğun fark edilmeyen sevgisiyle karşılaştırılamaz.
Söz konusu başkalarının derdi olunca nasıl da hep daha zeki ve daha nesnel oluruz.
Ölmüş olan biri artık hiçbir şey istemez, sevilmeyi de, kendisine acınmasını da, teselli edilmeyi de istemez.
Zamanın çoktan sildiği bir hata için cezalandırılabilir miydi insan?
Sizden benimle konuşmanızı rica ediyorum, çünkü kendi suskunluğumda boğulmak üzereyim.
İç dünyasını genişletmeyi erken öğrenen kişi, daha sonra tüm dünyayı içine sığdırabilir.
Bağışla beni, eğer kalemimin mürekkebine arada sırada bir damla acı da karışıyorsa, evet bağışla.
Yaşın ilerledikçe kimseyle uğraşasın gelmiyor, kendini yetiştirememiş insanlardan uzaklaşıyorsun.
Kimdim ki ben senin gözünde? Yüzlercesi arasından sadece birisi, sonrasız sürüp giden bir zincirde tek bir serüven halkası.
Satrancın çekiciliği tek bir şeyden kaynaklanır; stratejinin farklı beyinlerde farklı biçimlerde gelişmesinden.
İnsanın konuşacak kadar zekâya, ya da susacak kadar akla sahip olmaması büyük bir talihsizliktir.
Yapman gereken tek şey, karşı koyman. İstediğin şey ne olursa olsun mücadele etmen.
Nedenini bilmiyorum ama artık hissizleştim. Boğucu yalnızlık duygusundan kimse beni çekip çıkarmıyor.
Ilımlı bir mutluluk da talihsizlik kadar kışkırtıcı olabilir, umutsuzluğun getirdiği sürekli bir doyumsuzluktan daha tekinsizdir…
Uğruna bütün hayatımı bir kenara fırlatmaya hazır olduğum bir insan için, elinin tersiyle kovalayacağı bir sinek kadar değerim yoktu.
Her şeyinizi kaybettiğinizde elinizde kalan son şey için umutsuzca savaşırsınız.
Gülen, sohbet eden binlerce insanın içinde ben kendi içimdeki o kayıp insanı arıyordum…
Hayır, bu bir avuç özgürlüğünü, yaşamının bu aşılmazlığını hiçbir bedele satmaya niyetli değildi.
Yarım yamalak bir gerçeğin hiçbir değeri yoktur, asıl önemli olan bütünsel gerçeklerdir.
Size ait değilim artık, içinizden biri değilim, ama yükseklerde ama diplerde dışınızda bir yerlerdeyim.
Kendime bile tam açıklayamadığım bir şeyleri başkaları için anlaşılır kılmak gibi bir niyetim hiç yoktu.
Sahi nereye olduğunu bilmeden saatlerce yürüten o derdi kime nasıl anlatacaksın.
Duygularının şiddetini bastırabilmek için alkol ya da zehir alır gibi kendini çalışarak uyuşturmuştu.
Düşüncelerimi yutacak, yutacaktım, ta ki boğulana ve sonunda onları kusmaktan başka çare bulamayana kadar…
Kendime bile tam açıklayamadığım bir şeyleri başkaları için anlaşılır kılmak gibi bir niyetim hiç yoktu.
Yaşın ilerledikçe kimseyle uğraşasın gelmiyor, kendini yetiştirememiş insanlardan uzaklaşıyorsun.
Ne yardımı dokunabilir ki sözcüklerin bana? Biliyorum ondan sonra yine yalnız olacağım. Ve insanların arasında yalnız olmaktan daha korkunç bir şey yoktur.
Bütün bir hayat boyunca sadece altmış dört siyah ve beyaz karenin etrafında dolanıp duran bir beyin çabasını anlaşılmaz buluyordum.
İnsan bir amaç uğruna kendinden vazgeçebilir, fakat başkalarının çılgınca fikirleri uğruna değil.
Gülerek, sohbet ederek dalgalanan bir insan kalabalığının ortasında ben kendi kendimi arıyordum, içimdeki o yitik insanı arıyordum…
Kitaplar yalan söylememişti. Burası, onlara ulaşamadığı için çoğu zaman kuşkuyla yaklaştığı, bütün o maceraların gerçek olduğu yerdi; yaşantı, macera, yazgı buradaydı.
Stefan Zweig Alıntıları
Ve öyle sanıyorum ki, beni ölüm döşeğimden çağırsaydın bile, yataktan kalkıp seninle gitme gücünü toplardım.
Birisi üzerime aniden bir tabanca çevirse yüreğim etrafımdaki bunca insanın yüreğinin bir avuç para için attığı kadar atmazdı.
Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek bir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan, bütün insanları anlar.
Yapayalnız ölüp gideceğim. Yapayalnız… Çünkü diğerleri için zaten çoktan öldüm…
Bize bir şey yapmadılar, tam bir boşluğun içine yerleştirdiler bizi, dünyada hiçbir şeyin insan ruhuna hiçlik kadar baskı kuramayacağını herkes bilir.
Ama en kötüsü sorgulama değildi. En kötüsü, sorgulamadan sonra hiçliğime geri dönmekti; aynı masanın, aynı yatağın, aynı leğenin, aynı duvar kâğıdının olduğu aynı odaya.
İçimin bir zamanlar ne kadar ölü olduğunu asla bilmediler. Şimdi nasıl çiçek açtığımı da asla anlamayacaklar.
Her şeyi öyle doğal, öyle büyük bir heyecanla anlatıyordu ki yaptıkları bir rezaletten çok geçirdiği bir nöbetin, bir hastalığın hikâyesi gibiydi.
Muhtemelen kitabı hemen elime alıp okuduğumu düşüneceksiniz. Kesinlikle hayır! Önce bir kitabım olmasının sevincini yaşamak istiyordum.
Eğer nasıl biri olduğumu bilseydiniz, şu anda beni selamlarken yüzünüzde gördüğüm o tatlı, dostane gülümse kim bilir nasıl donup kalırdı dudaklarınızın kıyısında!
Senden rica ediyorum, beni dinleyeceğin bu çeyrek saat için yorulma. Çünkü ben seni sevmekten hiç yorulmadım.
Fakat daha dün pek çok değerli ve eşsiz bulduğu o şeyler şimdi bütün değerlerini yitirivermiş, gözünden düşüvermişti.
Korku cezadan çok daha beterdir, çünkü ceza bellidir, ağır da olsa, hafif de, hiçbir zaman belirsizliğin dehşeti kadar, o sonsuz gerilimin ürkünçlüğü kadar kötü değildir.
Kimdim ki ben senin gözünde? Yüzlercesi arasından sadece birisi, sonrasız sürüp giden bir zincirde tek bir serüven halkası.”
Beni teselli edecekler ve birtakım sözcükler söyleyecekler, sözcükler, sözcükler; fakat ne yardımı dokunabilir ki sözcüklerin bana?
Korku cezadan çok daha beterdir, çünkü ceza bellidir, ağır da olsa, hafif de, hiçbir zaman belirsizliğin dehşeti kadar, o sonsuz gerilimin ürkünçlüğü kadar kötü değildir.
Artık o yabancı biri gibi, benimle yabancı gibi konuşuyor ve hiç benim hayatımı düşünmüyor ne hissettiğimi ne acılar çektiğimi ve ne düşündüğümü, bütün bunlar umrunda bile değil! Geçen her yılla bana yabancılaşıyor.
Size içimi açtığım ve duygularımı önünüzde sergilediğim için kendimi daha iyi hissettiğimi sanmayın sakın. Hayatım paramparça ve hiç kimse onları yeniden bir araya getiremez.
Bize hiç bir şey yapılmadı, yalnızca tam bir hiçliğin içine koyulduk, çünkü bilindiği gibi dünyada hiçbir şey insan ruhunu hiçlik kadar baskı altına alamaz.
Soğuktan titreyen garip bedenini ısıtacak birine ihtiyacı vardı, bedeni yalnızca boşluk ve soğuktan ibaretti. Ruhu ölmüştü zaten, geriye kalan tek şey bedeninin de ölmesiydi.
Ah, ne delilikler yaptım bir bilsen! Elinin değdiği kapı tokmağını öptüm, dairene girmeden önce fırlatıp attığın izmaritini çaldım ve onu, dudakların değmiş olduğu için kutsal bir nesne saydım…
Korku cezadan daha berbattır, çünkü ceza bellidir, ağır veya hafif; bilinmeyene, sınırlandırılmışa kıyasla ceza, daha az ürkütür. Cezasının ne olduğunu anlayınca kız rahatladı. Ağlaması seni şaşırtmasın: Gözyaşları şimdi dışarıya akıyor, daha önce içeride birikip kalmıştır. İçerdeki gözyaşları dışarı akandan daha fenadır.
Sabahtan akşama kadar bir şey olmasını beklerdiniz ama hiçbir şey olmazdı. Bekler, bekler ve beklerdiniz. Şakaklarınız zonklayana kadar bekler, bekler, bekler ve düşünüp dururdunuz. Hiçbir şey olmazdı. Tek başınaydınız. Tek başınıza. Tek başınıza.
İnsan sabahtan akşama kadar bir şey olmasını bekler ve hiçbir şey olmaz. Bekleyip durur insan. Hiçbir şey olmaz. İnsan bekler, bekler, bekler, şakakları zonklayana dek düşünür, düşünür, düşünür,. Hiçbir şey olmaz. İnsan yalnız kalır.
Sen, beni asla, asla tanımayan, bir su birikintisinin yanından geçercesine yanımdan geçip giden, bir taşa basarcasına üstüme basan, hep, ama hep yoluna devam eden ve beni sonsuz bir bekleyiş içerisinde bırakan sen, kimsin ki benim için?
Varlığımın etrafına mutlak bir hiçlik inşa edilmişti… Yapacak, işitecek ve görecek bir şey yoktu, her yerde ve kesintisiz şekilde hiçlik hüküm sürüyordu, sadece mutlak bir uzamsızlıkta ve zamanın olmadığı bir boşluk.
Dizleri titremeye başladı: BİR KİTAP! Dört aydır elime kitap almamıştım ve içinde insanın ard arda sıralanmış sözcükler, satırlar, sayfalar ve yapraklar görebileceği, başka, yeni, şaşırtıcı düşünceleri okuyabileceği, tanıyabileceği, beynini alabileceği bir kitabın hayali bile insanı hem coşturuyor hem de uyuşturuyordu.
İçimi acıtan şey hayal kırıklığıydı… O genç adamın o denli itaatle gitmesinin verdiği hayal kırıklığı, beni durdurmak, yanımda kalmak için hiçbir girişimde bulunmaması, oradan ayrılıp gitmesi konusundaki ilk arzuma minnetle ve saygıyla boyun eğmesi, beni kendine çekmek için bir şey yapmak yerine, beni yoluna çıkan bir azize gibi görmesi sadece, ve beni görmemesi, Bir kadın olarak hissetmemesi.